30 Ekim 2016 Pazar

Kitap İncelemesi; LÜKS - Jessica Ruston






Kitap Adı: LÜKS - LUXURY
Yazar: Jessica Ruston,
Çevirmen: Tuğçe Ayteş
Sayfa Sayısı:  494
Olimpos Yayınları – 2010






Arka Kapak

“Manhattan’ın teras katları ve egzotik adalar, bomba gibi bir ilk romanın şatafatlı mekânları. Hoş bir biçimde anlayışlı.” – Marie Claire

“Ruston, seksi zengin adamlar, aldırışsız cazibeli kadınlar ve paralı çöküşleri mümkün olmadığını sandığımız bir şekilde anlatıyor. Uzun uçuşlar bunun için yapılıyor.” – Elle

“Yağmurlu bir hafta sonundan tam bir kaçış.” – Woman

“LÜKS, cazibe, servet ve skandal saçıyor; mükemmel bir ilk roman.” – Company

“Sizi kitaba bağlayacak her şeyi anlatıyor… Uzun bir uçuş veya tren yolculuğunda bavula tam da konulması gereken şey.” – Adele Geras


Siz de yaşamınızda biraz lüks istemez misiniz?



Marketlerde satılan indirimli kitapları çoğu kişi görmüştür. Bende bu kitabı öyle bir indirimden almıştım. O sıralar okuyacak pek bir kitabım kalmamıştı. Arka kapağında ki son cümle beni bu kitabı almam konusunda cezbedince de hayır diyemedim. İster miydim? Elbette! Kim buna hayır diyebilirdi ki?

Bir ilk roman ve adını daha önce duymadığım bir yazar olarak eve gelip kitabı inceleyince biraz tereddütte kalsam da başladım. Beni, üçüncü sayfa da bir şiir karşıladı.

Bizler müzik icracılar,
Ve rüyaların rüyacıları,
Tenha dalga kıranlar da dolaşan,
Ve ıssız kıyılarda oturan;
Dünyanın kaybedenleri ve terk edilmişleri,
Üzerilerinde soluk ay ışığı parlayan;
Yine bizler dünyanın yön verenleri
Görünüşe göre sonsuza uzanan.

Fevkalade ölümsüz şarkıları eşliğinde
Dünyanın büyük şehirlerini yükseltiriz göklerde,
Ve müthiş bir öyküden dışarı
Çıkarırız bir imparatorluğun şanını;
Hayali olan bir adam, isteğiyle,
Ve üç, yeni bir şarkının ölçüsüyle
Bir imparatorluğu çiğneyebilir ayakları.

Kaside, Arthur O’Shaughnessy

Bu da neyin nesi? diye düşündüm ilk okuduğumda ama kitabı bitirip, tekrar geri dönüp okuduğum da kitaba ne kadar uyduğunu anladım. Şiir en başta biraz anlamsız geliyor lakin, kitabın sonunda anlıyorsunuz.
Konuya gelecek olursak.
Hikaye yazarın ağzından anlatılıyor ve ana karakterlerimiz ne kadar çok olsa da zirvenin sahibi olan bir karakterimiz var, Logan Barnes.
İtiraf etmeliyim, kitabın yarısına kadar ona içten içe bir nefret duydum. Para düşkünü, sadece zengin olmayı hedefleyen, en yakın arkadaşına ihanet eden, hırsları yüzünden gözü kör olan iş koliğin tekiydi!
Ama, kitabın sonlarına doğru yaklaştıkça, o hatalarıyla yüzleşirken içimde ona karşı bir merhamet duygusu oluşmaya başlamadı değil.

Dikkat! Buradan sonrasında spoiler olacak.

En yakın arkadaşı Nicolo’ dan çaldığı eşi Maryanne, artık çevresinde ki herkesten elini ayağını çekip, her şeyini ilaçlara ve içkiye yatırırken Logan, o eridikçe kendi hatalarıyla yüzleşiyordu. Maryanne‘e kızmamanız elden değil, bana göre gerçekten; güçsüzdü.
Ve işler gerçekten tam tersi bir hal almıştı.
Nicolo’ya, Logan’ın ihanetinden sonra içimde bir sempati duyarken, kitabın sonunda nefret ediyordum.
Kitapta, sevmekten asla vazgeçmediğim iki karakter vardı; Johnny ve Elise – Elise ekibe biraz geç dâhil oluyor olsa da gelişi daha fazla heyecana yer açıyor.
Elise, benim tatlı güzel Elise’im. O bu LÜKS dünyasını pek sevmiyor, kaçmak istiyor ama küçük oğlu yüzünden bunu yapamıyor. Üstelik, lanet bir kocası var! Ve bilin bakalım ne oluyor?
Bunu söylemeyeceğim. Spoiler!
Ahh, bu arada. Logan’ın kızı Lucia’nın kurduğu planları ve sinsiliğini okuyunca, dudaklarınız uçuklayabilir. Tam bir saray entrikacısı olurmuş kızdan!
Ve Logan’ın oğlu Charlie’nin, aslında bildiğimiz Charlie olmadığını öğrenince. Bu ne demekse? :D

Söylemeliyim ki, bu kitapta ki karakterler onlara hissettiğiniz her şeyi alt üst ediyor. Sevdiğinize kızmaya başlıyor, kızdığınızı sevmeye başlıyorsunuz. Buna uzun yolculuk kitabı da diyebiliriz aslında, çok sürükleyici değil ama okurken bitsin diye işkence çektirmiyor.

Elbette, bu yaklaşık 500 sayfalık bir kitap için yeterli bir özet değil ama benim değinmek istediğim bambaşka bir konu var; betimlemeler!
Jessica Ruston, betimleme konusunda o kadar iyi iş çıkarmış ki, kendimi o LÜKS dünyasının içinde hissetmekten alı koyamadım. Her şey, en ince detayına kadar – üstelik şurada şu var, burada bu var gibi sürekli ‘var’ kelimesi kullanılmadan- anlattığı için, kendinizi adeta bir hayalet gibi o mekânın içinde buluyorsunuz.

Bu arada kitabın adı, aynı zamanda Logan Barnes’ın sahip olduğu adanın ismi. Evet, adamın bir adası var. (Hah, sizin yok mu? Benim de yok.) Yani, bu kitabın içinde marka ayakkabılardan, kokteyl partilerinden çok daha fazlasının geçtiğine emin olabilirsiniz. Kitabı bitirdiğim de, ellerimin arasında LÜKS kelimesi gerçek anlamını yeniden kazanmıştı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder