30 Ekim 2016 Pazar

Kitap İncelemesi; Sırlar Aşka Engel mi? - Rachel Gibson


Kitap Adı: Sırlar Aşka Engel mi? - Tangled Up In You
Yazar: Rachel Gibson
Çevirmen: Bahar Yaldız Çelik
Sayfa Sayısı:  367
Martı Yayınları – 2012

“Gizemli bir kadın ile her kadını kendine âşık edebilecek bir adam bir araya gelir de ortaya buram buram aşk kokan bir roman çıkmaz mı? Sırlar Aşka Engel mi? tamda böyle bir kitap!” – Publishers Weekly

“İki insanın tutkulu aşkı ve bu aşkı zora sokan sarsıcı bir sırrın konu edildiği mükemmel bir roman. Rachel Gibson yine harikalar yaratmış.” – Booklist

Hangisi Tercih Edilmeli?
Aşk mı? Gerçek mi?

Maddie, Truly’ye sevgili ya da koca bulmak için değil, çocukluğunda kötü şeyler yaşadığı kasabaya geçmişiyle yüzlemiş için geri döner. Bunun için her zorluğu göze almaya hazırdır.

Mick kadınlarla arasına gerekli mesafeyi koyabilen; onların, hayatına müdahale etmesine izin vermeyen bir adamdır. Bu duruşundan hiç taviz vermez, ta ki sırları olan bir kadınla karşılaşana kadar… Onun bir gülüşü, tek bir dokunuşuyla aşk bağıra çağıra kapısına dayanır.

Fakat Mick, Maddie’yle ilgili gerçeği öğrendiğin de ikisi için hem aşk hem de hayat, içinden çıkılması güç bir hal alır… Geçmişten gelen ve her ikisini de derinden saran bu sır, aşklarına engel olabilecek midir?



Bir solukta ve bitirmek için can attığım sayılı kitaplardan biri, kitapta ki tüm her şey hala zihnimde mükemmel bir şekilde canlı.

Maddie Jones, Maddie Dupree ve ya seri katilleri yazan bir yazar olan Madeline Dupree. Gerçek bir kaçık, akıl almaz bir kadın. Çantasında her türlü savunma aletini taşıyor. Kelepçe ve zincirlerle masalara bağlanmış seri katillerle görüşüyor ama bunun dışında annesini elinden alan kasabaya geri dönüyor.

Ve annesinin katilinin oğlunu görmek için bir bar taburesine oturduğun da Maddie’nin başına hiç gelmemesi gereken bir şey geliyor. Hennessy erkeklerin en büyük üyesi olan Mick Hennessy’nin mavi, haşin gözleriyle karşılaşıyor.

Mick, Maddie’yi elinden çekip alnını dayadı. “Mort’s Bar’a geldiğin ilk günden beri gözüm sendeydi.” Dedi. “Etrafımda görebildiğim tek şey sendin. O kadar başka yere bakmaya çalışmama rağmen.”

Ama bir sorun var. Maddie’nin ve Mick’in ailesi onlar çok küçükken ölüyor ve Mick, Maddie’nin gerçekte kim olduğunu bilmiyor.

İşler Maddie’nin gerçekten almasını istemediği bir hal alırken okurken ‘Dur bakalım bu işin sonu nereye gidecek?’ derken kitabı bir günde nefesim kesilerek bitirdim.

Kitabın içinde hayattan tüm duygular yer alıyor diyebilirim. Aşk, dram, romantizm, tutku, öfke… Hepsi.

Mick ve Maddie’nin ateşle barut gibi yan yana gelir gelmez alev alıyorlar. Ve burada Mick, ateş oluyor çünkü her seferinde Maddie’yi alev aldırıyor.

Maddie’nin saçlarını eliyle kenara çekip, yüzünü boynuna yaklaştırdı. “Şeftaliyi de en az çikolata ve badem kadar çok severim. İştahımı kabartıyorsun.”

Maddie bu hissi iyi tanıyordu. “Sanırım kız kardeşinin bezelye güveci ziyafetine geç kalmasan iyi edersin.” Mick’in az önce boynunun hemen yan tarafına kondurduğu ateşli öpücüğün yerini hafif bir tebessümün aldığını hissetti. Birden içi ürperdi ve başı bir tarafına düştü. Onu durdurmalıydı ama hemen değil. Az sonra.

“Belki de artık seni yemeliyim.”

Üstelik, kitabın bana göre en komik kısımlarından biri, kedilerden nefret eden Maddie’nin dişlek ve biri mavi, biri yeşil gözlü olan beyaz bir kedi edinmesiydi.

Telefonu, “Mort’s Bar” diyerek açan Mick değil, bir başkasıydı.
“Mick orada mı acaba?”
“Saat sekize kadar burada olmaz genelde.”
“Rica etsem ona benim için bir mesaj iletebilir misiniz?”
“Bir dakika, bir kalem alayım.” Kısa süreli bir sessizliğin ardından adam, “Şimdi söyleyebilirsiniz,” dedi.
“Mick, tasma için teşekkürler, Kartopu.”
“Kartopu mu dediniz?”
“Evet. Arayanı Kartopu olarak kaydedin lütfen.”
“Pekala, notunuzu yazdım.”
“Teşekkürler.” Maddie aramayı sonlandırıp rehberi kapattı. Saat sekizi on geçe Maddie bir cinayet dergisinin sayfalarını karıştırırken telefonu çaldı.
“Alo?”
“Kedin beni aramış.”


Kitabı bitirdikten sonra, bu kitabın aslında bir serinin kitabı olduğunu öğrendiğim de şaşırdım çünkü önce ki bir hikayesi varmış gibi durmuyordu. Sonradan öğrendim ki Maddie'nin diğer kız arkadaşlarının hikayeleriymiş. Rachel Gibson’a ait okuduğum ilk kitaptı ama böyle sürükleyici bir şekilde yazan bir yazarın diğer kitaplarını da bunun gibi olacağından onları da en kısa zamanda okuyacağım.

Kesinlikle okumanızı tavsiye ettiğim bir kitap. :)

Kitap İncelemesi; Aşk Peşinde – Laura J. Rowland





Kitap Adı: Charlotte Bronte’nin Gizli Maceraları, Aşk Peşinde – The Secret Adventures Of Charlotte Bronte
Yazar: Laura J. Rowland
Çevirmen: Ceren Taştan
Sayfa Sayısı:  532
Format Yayınları - 2011



Arka Kapak

Yayımcısı tarafından sözleşmesine uymamakla suçlanan Charlotte Bronte, kız kardeşi Anne’i de alarak bu yanlış anlaşılmayı düzeltmek üzere Londra’ya doğru yola çıkar. Yaşadıkları maceralar ve Charlotte’un tanıklık ettiği cinayet sonrasında bütün Bronte ailesi kendilerini tehlikenin içinde bulur. Dünya’nın temellerini kökünden sarsmak isteyen gözü dönmüş bir katilin peşine düşen Charlotte, bu yolculuğu sırasında hiç ummadığı bir aşka da yelken açar.

Ve bu sırada hayatı baştan sona değişir.



Tam bir yolculuk kitabı diyebileceğim bir kitap daha. Tarih kokan kitapları seviyorsanız oldukça hoşunuza gidebilir.

Charlotte Bronte, bilmeyen  kalmış olabilir mi bilmiyorum ama ben kısaca anlatacağım. Jane Eyre’nin yazarı, eserleri İngiliz ve Dünya Klasikleri arasında yer alan üç kardeşin en büyüğü. 19. yüzyıl da kadın yazarlara tepkili olunduğu için, üç kardeşte takma isimlerle eserlerini yayın evlerine gönderiyordu.

Olay akışına gelirsek…

Charlotte, Emily ve Anne Bronte… Şimdi tüm dünya onların adını biliyor ama onların yaşadıkları zamanlarda kimse, o kitapları bu üç kız kardeşin yazdığını bilmiyordu. Takma isimleriyle kitapları yayıncılarını yolluyorlardı…

Charlotte’un kitabı Jane Eyre tutmuştu, ama eleştirmenler Emily ve Anne için aynı şeyleri söylemiyordu. Yayımcısı tarafından sözleşmesine uymamakla suçlanan Charlotte bunun üzerine yanlış anlaşılmayı düzeltmek adına, Anne ile birlikte Londra’ya gidiyor.

Tren yolculuğu sırasında Charlotte, Isabel White adında bir kadınla tanışıyor, güzel ve çekici bir kadın. Ama bir sırrı var, yanından asla ayırmadığı bir çantası. Charlotte, yanlış anlaşılmayı düzeltiyor, Londra da kız kardeşiyle gezdikten sonra kaldıkları otele dönerken bir cinayete şahitlik ediyor.

Isabel White’ın ölümü.

Charlotte’un gördüğü cinayet tüm hayatına uzanıyor. Tüm ailesi bir tehlikeye giriyor ve o sırada bir adamla tanışıyor. Jhon Slade…

Bay Slade’e olan ilgisi bir yandan Bronte’yi allak bullak ederken içinde ki merak Isabel’in ölümünün nedenini çözmek için yanıp tutuşurken o kadının ölümünün altından çıkanlar onu şoka uğratıyor ve Isabel White’ın cinayetinin bu olayın en küçük kısmı olduğunu görüyor. Defalarca kez ölümden dönüyor ve çoğu seferinde onu Bay Slade kurtarıyor…

Eh, buradan sonrası kitap hakkında fazla bilgi verip filmin sonunu söylemeye benzer. Uzun bir yolculuğa çıkacaksanız, yanınıza alabileceğinizi tavsiye edebilirim. :)





Kitap İncelemesi; LÜKS - Jessica Ruston






Kitap Adı: LÜKS - LUXURY
Yazar: Jessica Ruston,
Çevirmen: Tuğçe Ayteş
Sayfa Sayısı:  494
Olimpos Yayınları – 2010






Arka Kapak

“Manhattan’ın teras katları ve egzotik adalar, bomba gibi bir ilk romanın şatafatlı mekânları. Hoş bir biçimde anlayışlı.” – Marie Claire

“Ruston, seksi zengin adamlar, aldırışsız cazibeli kadınlar ve paralı çöküşleri mümkün olmadığını sandığımız bir şekilde anlatıyor. Uzun uçuşlar bunun için yapılıyor.” – Elle

“Yağmurlu bir hafta sonundan tam bir kaçış.” – Woman

“LÜKS, cazibe, servet ve skandal saçıyor; mükemmel bir ilk roman.” – Company

“Sizi kitaba bağlayacak her şeyi anlatıyor… Uzun bir uçuş veya tren yolculuğunda bavula tam da konulması gereken şey.” – Adele Geras


Siz de yaşamınızda biraz lüks istemez misiniz?



Marketlerde satılan indirimli kitapları çoğu kişi görmüştür. Bende bu kitabı öyle bir indirimden almıştım. O sıralar okuyacak pek bir kitabım kalmamıştı. Arka kapağında ki son cümle beni bu kitabı almam konusunda cezbedince de hayır diyemedim. İster miydim? Elbette! Kim buna hayır diyebilirdi ki?

Bir ilk roman ve adını daha önce duymadığım bir yazar olarak eve gelip kitabı inceleyince biraz tereddütte kalsam da başladım. Beni, üçüncü sayfa da bir şiir karşıladı.

Bizler müzik icracılar,
Ve rüyaların rüyacıları,
Tenha dalga kıranlar da dolaşan,
Ve ıssız kıyılarda oturan;
Dünyanın kaybedenleri ve terk edilmişleri,
Üzerilerinde soluk ay ışığı parlayan;
Yine bizler dünyanın yön verenleri
Görünüşe göre sonsuza uzanan.

Fevkalade ölümsüz şarkıları eşliğinde
Dünyanın büyük şehirlerini yükseltiriz göklerde,
Ve müthiş bir öyküden dışarı
Çıkarırız bir imparatorluğun şanını;
Hayali olan bir adam, isteğiyle,
Ve üç, yeni bir şarkının ölçüsüyle
Bir imparatorluğu çiğneyebilir ayakları.

Kaside, Arthur O’Shaughnessy

Bu da neyin nesi? diye düşündüm ilk okuduğumda ama kitabı bitirip, tekrar geri dönüp okuduğum da kitaba ne kadar uyduğunu anladım. Şiir en başta biraz anlamsız geliyor lakin, kitabın sonunda anlıyorsunuz.
Konuya gelecek olursak.
Hikaye yazarın ağzından anlatılıyor ve ana karakterlerimiz ne kadar çok olsa da zirvenin sahibi olan bir karakterimiz var, Logan Barnes.
İtiraf etmeliyim, kitabın yarısına kadar ona içten içe bir nefret duydum. Para düşkünü, sadece zengin olmayı hedefleyen, en yakın arkadaşına ihanet eden, hırsları yüzünden gözü kör olan iş koliğin tekiydi!
Ama, kitabın sonlarına doğru yaklaştıkça, o hatalarıyla yüzleşirken içimde ona karşı bir merhamet duygusu oluşmaya başlamadı değil.

Dikkat! Buradan sonrasında spoiler olacak.

En yakın arkadaşı Nicolo’ dan çaldığı eşi Maryanne, artık çevresinde ki herkesten elini ayağını çekip, her şeyini ilaçlara ve içkiye yatırırken Logan, o eridikçe kendi hatalarıyla yüzleşiyordu. Maryanne‘e kızmamanız elden değil, bana göre gerçekten; güçsüzdü.
Ve işler gerçekten tam tersi bir hal almıştı.
Nicolo’ya, Logan’ın ihanetinden sonra içimde bir sempati duyarken, kitabın sonunda nefret ediyordum.
Kitapta, sevmekten asla vazgeçmediğim iki karakter vardı; Johnny ve Elise – Elise ekibe biraz geç dâhil oluyor olsa da gelişi daha fazla heyecana yer açıyor.
Elise, benim tatlı güzel Elise’im. O bu LÜKS dünyasını pek sevmiyor, kaçmak istiyor ama küçük oğlu yüzünden bunu yapamıyor. Üstelik, lanet bir kocası var! Ve bilin bakalım ne oluyor?
Bunu söylemeyeceğim. Spoiler!
Ahh, bu arada. Logan’ın kızı Lucia’nın kurduğu planları ve sinsiliğini okuyunca, dudaklarınız uçuklayabilir. Tam bir saray entrikacısı olurmuş kızdan!
Ve Logan’ın oğlu Charlie’nin, aslında bildiğimiz Charlie olmadığını öğrenince. Bu ne demekse? :D

Söylemeliyim ki, bu kitapta ki karakterler onlara hissettiğiniz her şeyi alt üst ediyor. Sevdiğinize kızmaya başlıyor, kızdığınızı sevmeye başlıyorsunuz. Buna uzun yolculuk kitabı da diyebiliriz aslında, çok sürükleyici değil ama okurken bitsin diye işkence çektirmiyor.

Elbette, bu yaklaşık 500 sayfalık bir kitap için yeterli bir özet değil ama benim değinmek istediğim bambaşka bir konu var; betimlemeler!
Jessica Ruston, betimleme konusunda o kadar iyi iş çıkarmış ki, kendimi o LÜKS dünyasının içinde hissetmekten alı koyamadım. Her şey, en ince detayına kadar – üstelik şurada şu var, burada bu var gibi sürekli ‘var’ kelimesi kullanılmadan- anlattığı için, kendinizi adeta bir hayalet gibi o mekânın içinde buluyorsunuz.

Bu arada kitabın adı, aynı zamanda Logan Barnes’ın sahip olduğu adanın ismi. Evet, adamın bir adası var. (Hah, sizin yok mu? Benim de yok.) Yani, bu kitabın içinde marka ayakkabılardan, kokteyl partilerinden çok daha fazlasının geçtiğine emin olabilirsiniz. Kitabı bitirdiğim de, ellerimin arasında LÜKS kelimesi gerçek anlamını yeniden kazanmıştı.


Merhaba, Kimim ben?


İlk blog yazımla karşınızda bulunmaktayım, herkese merhaba!
Başlıkta ki soruyu fark ettiniz mi? Kimim ben?
Bir kitapta ya da filmde, devamlı olarak karşıma çıkan bir sorudan doğan soru, 'Sen kimsin?' sorusundan, 'Kimim ben?' sorusuna uzanıyor.
Kimim ben?
Tek söyleyeceğim var, devamlı olarak da bunu söyleyeceğim.
Karmaşıklığı kadar kusursuz şekilde işleyen evrenin içinde, kum tanesi kadar bir varlık.
Beni bir kum tanesi olarak görün, rüzgarla savrulup dalgalara karışan. Bazen bir kumsalda güneşle ısınan, bazen dalgalarla denizin derinliklerine inen. 
Sadece bir kum tanesi.
Ne mi yapacağım? Hiç bilmiyorum ama hep yaptığım şeyi yapacağım sanırım. Sevecek daha çok şey bulmak ve sevdiğim şeylerle vakit geçirmek... Kitaplar, filmler, belki bazen kendi yazılarım, bazen de çok ilgimi çeken şeyler. Kim olduğum ne yaptığımdan önemli değil. Yapacak güzel bir şeyler bulup, kum tanelerinden emanet aldığımız dünyayı daha da güzelleştirerek kum tanelerine emanet etmemiz gerektiğini biliyorum, elimden geldiğince de bunu yapacağım.

Tanrıça Calypso'nun sürgün edildiği ada da ne yaptığı bilinmediği gibi, benimde burada ne yapacağım şimdilik pek belli değil. Ama burası benim için bir sürgünde değil.

Kendinize cici bakın! Çao!